Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Büyüyünce ne olsam?

Meslek seçmek ne kadar zordur. Keşke insan yaşı ilerledikçe, tecrübeleri hayat görüşünü değiştirdikçe değişen fikirlerine göre mesleğini de hemencecik değiştirebilseydi. Bunu gerçekleştirebilmek tabi ki olası bir durum. İşinizden istifa etmek, hayaller doğrultusunda yeni bir meslek seçmek, mevcut hayatınızı bir anda tamamen farklılaştırmak mümkün, tabii eğer ki kararlı ve şanslıysanız. Küçüklükte "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuyla başlayan 'bir' meslek seçme zorunluluğu doğar insanın içine. Neden mi? Bence büyüklerin, hayatta geçimini sağlamanın, toplum içinde bir yer edinebilmenin ne kadar zor olduğunu bilmelerinden kaynaklanıyor. İş hayatı tabii ki, para kazanmak, mevkii sahibi olmak içindir. Ancak, mesleğinizi belirlerken öncelik bu kriterler olmamalı. Aksi halde mutsuz olursunuz ve sonucunda başarısızlık gelir.  Seçilen meslek ne kadar iyi, popüler, bol kazançlı olursa olsun, sevilerek yapılmayınca sanki, iş hayatı boyunca insan hep bir çıkış kapısı arar. Tı

Bayramlar

Bayram denince aklıma ilk önce, çocukken bayramlarda dedemin elinde bir torba dolusu çikolata, şekerle kapıdan girişi gözümün önüne gelir. Uzun boylu dedem, sanırım küçük bir çocuk olduğum için kocaman bir adam gibi gelirdi. Hala da o kare ile hatırlarım dedemi, yüzünde kocaman bir gülümseme ve elinde tüm torunlarına, mutlu olsunlar diye aldığı (ve hedefine ulaştığı) şekerlerle.  Bayramlarla ilgili çok sevdiğim ve beni mutlu eden  başka bir anım da anneannemlerde yenen akşam yemekleridir. Tüm aile, hatta tüm akrabalar gelir ve o kadar kalabalık olur, o kadar çok sofra kurulurdu ki sanki mutfakta hiç bitmeyen, sürekli çoğalan yemekler var gibiydi.  Bence artık, herkes gibi "Ah ah! Nerde o eski bayramlar" demek yerine, bayramlarda bir araya gelmenin, bayram gezmelerinde aynı akrabalarla sürekli başka başka evlerde tekrar tekrar karşılaşıp bayramlaşmanın tadını ve neşesini alabileceğimiz yeni bayramlarımız hala varken bayramın tadını çıkarmak gerek. Herkese mutlu olabileceğ

Evim, güzel evim

Memleket... Neresidir insanın memleketi? Doğduğu yer mi? Büyüdüğü yer mi? Yoksa, ailesinin doğup büyüdüğü yer mi? İnsan kendini nerede evinde, yuvasında hissediyorsa orasıdır memleketi. Memleketinde mutlu olmalı; kendini rahat ve sevgiyle sarılmış hissetmeli insan. Eğer tüm olumsuzluklarına rağmen bir şehirde gezmekten insan yorulmuyor, yorulsa da şehrin manzarası karşısında mutlulukla, içten bir şekilde gülümsüyorsa işte o zaman memleketindedir.  Belki de insanlar böylesi bir mutluluğu istedikleri için "memleket hasreti" çekerler. Belki de böylesi bir mutluluk en kolay çocuklukta hissedildiği için insanlar çocukluklarının geçtiği yerlere ya da güzel çocukluk anılarının olduğu yerlere "memleketim" der. Çocukluk, bir şehri sevmek için en güzel dönemdir. Çünkü hiçbir hayat mücadelesi olmadan, bir şehrin trafik, kalabalık, temizlik gibi kriterler olmadan değerlendirildiği tek dönem çocukluk dönemi sanırım. Çocukken mutlu olunan bir şehirde ya da o şehri anımsatan he

Keyif

Kahvaltı... Ne keyiflidir şöyle güzel, dolu dolu bir kahvaltı yapmak. Güzel bir uykunun üzerine mis gibi sıcak ekmek ve çeşit çeşit peynirlerle, zeytinlerle donatılmış bir sofrada insanın sevdikleriyle kahvaltı yapması ne keyiflidir. Tüm ailenin bir arada sofra başında yaptıkları sohbetin yerini hiçbir şey tutmaz. Her şey toz pembe değil tabi, a ileler her bir araya geldiğinde keyifli sohbetler yapılmayabilir. Kimi zaman kavga gürültü, kimi zaman tek kelime edilmeden yenen yemekler, kimi zamansa iştah kaçıran tartışmalar nedeniyle yenemeyen yemekler olur. Ne olursa olsun, aileyle yapılan pazar kahvaltısı gibisi yoktur. Kavgalar, tartışmalar, kırgınlıklar ne kadar çok olursa olsun insan eşiyle, çocuklarıyla, kimi zaman anne babasıyla, kimi zaman da kardeşleriyle yine de her şeyi tatlıya bağlayabilmelidir. Aile olmak da bunu gerektirmez mi? Kalbin kırık da olsa, sinirden köpürsen de aile söz konusu olunca, aile sevgisi söz konusu olunca tüm kızgınlıklar kırgınlıklar kolayca unutulur.

her şeyin bir ilki vardır

Yazmak... Sanki sihirli bir değnek gibi... İnsanoğlu duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını yüzyıllardır en doğru ve içten şekilde sadece yazarak paylaşmıştır. Belki de bunun sebebi yazının kalıcı olmasındandır, belki de insanın yazarken kendisiyle baş başa olmasındandır. Ne olursa olsun, yazmak insanoğlunun en faydalı icadı olsa gerek. Yazmak sadece birinin zihnindekileri yazıya dökmesinden ibaret değil, kimi yazılar vardır bir insanın hayatını derinden etkiler, hayatını, hayata bakış açısını değiştirir. Bazen de Elif Şafak'ın kitabı gibi sadece unutmak için yazmak iyileşmek, iyi hissetmek için en iyi yöntemdir. Yazının dürüstlüğü, insanın yazarken kendi iç sesini dinlemesinden geliyor sanırım. Benim gibi, hayatında hukuk terimleriyle süslü dilekçelerden başka bir şey yazmamış biri için yazmak güzel bir deneyim olur umarım. Bundan sonra artık içimden geldiği gibi, hissettiğim gibi yazmaya karar verdim. Her gün, her anımı yazmak mı?? Hayır, ama içimden geldiği gibi, cümlelerin,